İnterRail

Üniversite yıllarımda Avrupa yı trenle dolaşmayı istemiştim fakat maddi imkansızlık  buna müsaade etmemişti. 2010 yılının son günü, bu hayalimi gerçekleştirmek için karar aldığımda fena sayılmayacak bir işim vardı. İnternet üzerinden araştırmalarımı yaptım. O yıllarda akıllı telefonlar yok.  Ayrıca internet de yeterince bilgi de bulunmuyordu. İnterRail ile ilgili bir iki kitap okudum ve yaz sezonu için 10 günde 5 biniş hakkı olan İnterRail biletimi aldım. . Avrupa Schengen bölgesinde tren ile istediğim şehre gidebilecektim

Haritadan yer beğenip sırt çantanızı hazırlamaya karar verdiğiniz anda bambaşka bir enerjinin yüklendiğini hissetmeye başlarsınız. 13 kg’lık sırt çantası, Canon 50 fotograf makinam ve arkadaşımın tripod unu yanıma aldım. Tripodu almak hatalı bir karardı. Fazladan yük oldu. Günde 20- 25 km arası yol yürüdüm. Bazı günler yürüyüşleri sırt çantası ile yapmak zorunda kaldım. Tek başıma gittiğim bu seyahatten memnun kalmış olmalıyım ki 2013 yılında ikinci kez interRail yaptım.  İtalya’dan başlayıp Akdeniz kıyısı boyunca İspanya da okyanus a açılan Cadiz şehrine kadar 3 hafta süren bir yolculuktu. Bu yolculuğun bilet görüntüsünü de ekledim.

İlk defa bu deneyimi yaşadığım 2011 yılına ait İnterRail biletinin fotografı aşağıda yer alıyor. Onun hemen altında ki fotoğraf ise ziyaret ettiğim şehirleri ve tren yolculuk zamanlarını not ettiğim kısmı gösteriyor. 23 Temmuz da Paris’e uçakla gittim. İki gün boyunca Paris’i gezdikten sonra ilk biniş hakkımı Venedik e giden Tren ile 25 temmuz da kullandım.  Venedik e gitmek için aynı gün içerisinde farklı ülkelerden geçen  4 ayrı tren kullandım. Biniş hakkınız 1 günü kapsıyor. Aynı gün içerisinde istediğiniz kadar trene binebiliyorsunuz. Ertesi günden sonra kullandığınız tren ile bir biniş hakkınızı daha harcamış olursunuz. Gezdiğim şehirler ile ilgili kısa bir anlatı yaptım. Burada görülmesi gereken yerler ya da mutlaka gitmelisin dediğim mekan tavsiyeleri olmayacak. Bu tip içerikler internet ortamında yeterince var. O yüzden böyle tavsiyeler bekliyorsan sevgili okur hayal kırıklığına uğrayabilirsin. Dokuz gün sonunda geriye hafif agrılar, tatlı bir yorgunluk, çektiğim fotoğraflar ve anılar kaldı. Seyahatin sonunda benim için bazı şeylerin de değişmeye başladığını hissediyordum. Keza iki yıl sonra uzun bir seyahata çıkmadan önce işimden istifa etme kararını vermiştim. Seyahat etmenin insan için böyle riskleri de olabiliyor. Yolunda giden hayatı, ya da öyle gözüken konforlu bir yaşam alanını terk etmenize sebep olabilir. İyi yanından bakılırsa, eğer hayat ta ki yerinizin nerede olduğunu arıyorsanız böyle bir seyahat iyi bir başlangıç olabilir.

İnterrail 2011

PARİS

 Paris havaalanına indiğimde İlk olarak turist danışma standına uğradım. Stand da bulunan kadından şehir haritası, konaklama yapacağım hostellerin adres ve telefonlarını aldım. Stand da görevli olan kadın nereden geldiğimi sordu. Türkiye cevabını vermemle beraber Türkçe konuşmaya başladı. Kendisi Ermeni imiş. Ailesi Türkiye’den Fransa’ya o doğmadan önce göç etmiş. Fransa da doğan ve hiç Türkiye’ye gelmemiş biri için güzel Türkçe ye sahipti. Ailesi evde Türkçe konuşurmuş, o vesile ile öğrenmiş. Kısa sohbetin samimi bir hale dönüşmesinden olsa gerek, hostel rezervasyonumu telefon edip kendisi ayarladı. Harita üzerinden bana yolu tarif etti. Teşekkür edip havaalanından ayrıldım. Kaldığım Hostel Notre dame kilisesine yürüme mesafesi 10 dakika uzaklıkta idi.

Hostele giriş kaydımı yaptırdım. Çantamı bırakıp Canon 50 d fotoğraf makinam ile sokakları dolaşmaya başladım. Çektiğim fotoğrafların arasından birkaç tanesini seçip buraya koydum. İkinci gün Hostelden çıkışımı yapıp sırt çantam ile gezmeye başladım. Sacra cour bazilikasının olduğu  Montmarte  yürüyerek çıktım. Tepe de olduğundan tüm Paris’i görebiliyorsunuz. Tren sabah erken saatte olduğundan geceyi tren garında geçirmeyi düşünmüştüm.

En son fotoğraf, Gar de lyon tren garının önde sabah 06:30 civarında çekildi. Fotografta görüldüğü üzere fotoğraf makinamın olduğu çanta, sırt çantası ve diğer tarafta tripod omuzlarımda asılı duruyorlar. Gülümsememin sebebi ise bu fotoğrafı çeken diğer bir gezgin. Gece saat 01:00 de polisler gelip tren garını kapattıktan sonra, garın önünde sokakta geceyi geçirmiştim. Prag a giden uzak doğulu genç, bisiklet ile seyahat eden İtalyan, sokakta gezen birkaç sarhoş ve Fas a gidecek kafası kıyak iki genç den oluşan cemaat  ile paris te sabah olmasını bekliyorduk. Sırt çantamı omzuma bağlı şekilde duvara dayanarak oturup gözlerimi dinlendirdim. Vücut ne kadar kendini kapatıp uyku alemine dalsada, güvende olmamanın verdiği duygu baskın çıkıp göz kapaklarımı tekrar kaldırmıştı.  Sabah gün ışımaya başladığında herkes kendine gelmeye başlamış ve sohbet etmeye başlamıştık. Fas’a gideceğini söyleyen gençten birinden fotografımı çekmesini istemiştim. Makinayı tek eli ile  gözünden 10 cm uzakta tutup  sağa sola hafif yalpalamaya başladı. Karayip korsanları filminin kahramanı Jack Sparrow gibi sallanıyordu. Uyuşturucunun etkisi henüz gitmemiş heralde diye düşündüm. Net bir fotoğraf çekebilmek için sanırım 20. Defa deklanşöre basmıştı. Neyse ki bir tane sağlam fotograf çekebilmişti. Paris ten Lyon şehrine gidecek trene bu gardan bindim. Venedik’e gitmek için üç aktarma yapmam gerekti.  Lyon ve Cenevre de yarım saaten az kaldım. Milano da ise 3 saatim vardı ve şehri biraz turlama şansım oldu. Milan dan Venedik trenine bindim. Varış saatim gece 00:00 civarında idi

VENEDİK

Tren Venedik’ e vardığında gecenin geç bir saatiydi. Şehir önümde sessizlik içinde uzanmaktaydı. Haydarpaşı garı gibi istasyon çıkışında sizi deniz karşılıyor.  Geceyi tren garının önünde oturur vaziyette uyuklamadan önce kısa bir yürüyüş yaptım.

Sabahın ilk saatleri güçlü ve huzur verici bir sessizlik hakimdi. Gün aydınlanmaya başlarken yürümeye başladım. Şalvarlı bir kadının kayığı ile birlikte   kuğu gibi süzüldüğünü gördüğümde gözümü ondan alamamıştım. Belki de kahvaltı için bir şeyler almaya çıkmıştı. Ekmek için fırına uğrayacaktı ya da…Fotograf makinemi ona doğrulttuğumda hiç bozuntuya vermedi ve yoluna devam etti. Aşağıdaki kare ortaya çıktı.

Venedik’in labirent şeklinde kanallara sahip sokaklarını gün boyunca gezdim. Gün batmadan önce hostele gittiğimde kendimi yatağa bıraktım. Nasıl yorulduysam artık sabaha kadar deliksiz uyumuşum. Ertesi gün cam üretimi ve işleme ile ün yapmış Murano adasına gittim. Cam üretimi yapan yerleri gezdim. Gezerken sokağa masa atıp iskambil oynayan adamlara da rastladım. Dünya umurlarında değilmiş gibi görüntüleri vardı.

FLORANSA

Rönesans şehri Floransa yı beğendim. Şehri kuşatan eski sanat yapılarının çeşitliliği karşısında etkilenmemek elde değil. Eski zamanlarda ki bilgeliğini yitirmiş gibi bir hava sezinlememin nedeni sanırım fazla turist görmüş olmamdı. Buna karşın halen sanatı ve tarihi ile yaşayan bir şehir.

ROMA

Gezimin Son durağı. Bütün yollar Roma’ya çıkar. Tüm şehir doğal açık hava müzesi, Türkiye de gezdiğim antik kentlerin yaşayan en güçlü halini temsil ettiğini söyleyebilirim. İyi yemekleri olan restoranlar bolca var. Ben turistik alanın dışında yürürken denk gelip beğendiğim mekanlarda yemeğimi yedim.  Bir tanesinin fotoğrafını buraya koydum. Gezerken rastladığım otellere giriyor, oda ve fiyat soruyordum. Pazarlık yapanlar, ‘son odamız kalmış’, ‘senin için özel fiyat’ gibi cümleler bir yerlerden tanıdık gelmişti. Son güzergahım olan Roma da güzel bir otel de geceliği 60 euroya kalmıştım. Euro nun 2011 deki kuruna da bir bakmanızı tavsiye ederim.

Exit mobile version